SİYASİ BİR SEMBOL OLARAK KADINLARIN SAÇLARI
Bu hafta “İÇ SES” köşemin yazısı hazırdı aslında ama gencecik bir kadının vahşice katledildiğini duyduğumdan beri içim yangın yeri…
İç seslerim Mahsa Amini’nin adını zikrediyor durmadan… Ama benim ne Mahsa Amini için ne de ülkemde katledilen diğer kadınlar için yazmaya cesaretim yok! Çünkü kalbe ağır gelen duyguları yazıya dökmek cesaret istiyor! Çünkü doğru sözcükleri aramak-bulmak, getirip yan yana dizebilmek çabası elini ayağını birbirine dolaştırıyor. Çünkü ne yazsan olmuyor! Ne yazsan eksik kalıyor anlatmaya; içindeki öfkeyi, isyanı, acıyı… ‘yeter artıkkk yeter’ duygusunu… kokuşmuş-küflenmiş, ‘ataerkil düzeni, toplum ahlakını, aile kutsallığını, namus belasını…’
Yerin dibine batsın!
Geriye kalan her fotoğrafın ardından, ağzında bir avuç cam parçasıyla bakakalıyorsun, cam kesiği ve kan kokusuyla…
Eksik-gedik, sancılı-kanlı, parçalı-yamalı bir yazı için cesaret arıyorum… ahhh!
*****
Mahsa Amini/Emini, 22 yaşında gencecik İranlı bir kadın…
Mahsa Amini, birkaç gün önce (13 Eylül-2022) İran’ın başkenti Tahran’da kıyafetinin uygun olmadığı gerekçesiyle, örtüsünden sıyrılan bir tutam saçı gözüktüğü için gözaltına alınıyor ve gözaltında maruz kaldığı işkence nedeniyle komaya giriyor!
Kaldırıldığı hastanede yaşam savaşını kaybediyor ve 16 Eylül’de hayatını kaybediyor. Devlet medyasına Mahsa’nın kalp krizi geçirerek öldüğü bilgisi veriliyor. Ancak Mahsa’nın annesi kızının hiç bir sağlık sorunu olmadığını söylüyor ve verdiği bir röportajda, kızının Salı günü İran’ın zorunlu İslami kıyafet kurallarını uygulayan özel birim olan ahlak polisi tarafından darp edilerek gözaltına alındığını ve gözaltına alındıktan birkaç saat sonra komaya girdiğini öğrendiklerini anlatıyor. Babası, kızının bacaklarında ve bedenin çeşitli yerlerinde morluklar olduğunu söylüyor. Cenazeyi görenler Mahsa’nın başında, kulağının arkasında ve bedenin birçok yerinde morluklar olduğunu doğruladı ve rapor ettiler.
Mahsa Amini’nin gencecik cansız bedeni hemşireler tarafından hastaneden güllerle uğurlandı…
Mahsa’nın polis şiddetiyle ölümü ülkenin çeşitli bölgelerinde protesto ediliyor. İran halkı günlerdir sokaklarda. Devlete, rejime, siyasilere, polise karşı isyandalar.
Meydanlarda İran bayrakları yakılıyor, kadınlar başörtülerini çıkartıp yakıyorlar…
Polis protestoları gazla, copla, silahla engellemeye çalışıyor. Polisin orantısız müdahalesiyle ölenler, ağır şekilde yaralananlar var.
Protestolar büyüyerek tüm kentlere yayılıyor ve hatta başka ülkelere…
Türkiye’de de İstanbul, İzmir, Ankara, Van gibi kentlerde kadınlar, Mahsa Amini’nin ölümünü protesto etmek için sokaklara çıktılar, polis engellemesine ve şiddetine rağmen “özgürlük” sloganları atarak İranlı kız-kardeşlerine desteklerini ilettiler…
Tepkiler sosyal medya üzerinden de sürdürülüyor…
Türkiye’de sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlara-değerlendirmelere bakarak bu polis-devlet cinayetinin Türkiye’deki yankılarını anlamaya çalıştım.
Bi kesim bu cinayetin politik bir kriz olarak, Türkiye’deki kadın cinayetleriyle ve kadın mücadelesiyle kesiştiği vurgusunu yaparken bi kesim de Türkiye’de başörtüsü zorunluluğu olmadığı için veya başörtüsü nedeniyle öldürülmediğimiz için şanslı olduğumuza dikkat çekiyor. Bi kesim ise “ya biz de İran gibi olursak, yakında şeriat gelirse” diye korkusunu paylaşıyor…
Doğrusu ne başörtü yasağı olmadığı için ne de şeriat gelmediği için sevinecek kadar parlak bi durumumuzun olduğunu düşünüyorum. Bi kadın “namus” belasına öldürüldüğünde, sokak ortasında-toplu taşımalarda şort giydiği için tekmelendiğinde, erkeğin şiddetini meşrulaştıran “evlilik-aile” kurumu içinde senelerce şiddetin her türülüsüne maruz bırakıldığında, kıyafeti uygunsuz bulunduğu için sahneden indirildiğinde kadın meselesini aynı politik düzlemde tartışmamız gerektiğini düşünüyorum… Birinde yönetimin adına şeriat denmesi, öbürünün “demokrasi” diye zikredilmesi durumu değiştirmiyor.
Neyse ki böyle düşünen kadınlar çok ve ortak bir mücadele için her gün sokakları inletiyorlar…
İranlı kadınlar “saç yoksa günah da yok” diyerek saçlarını kesiyorlar. Türkiye’den ve diğer farklı ülkelerden kadınlar günden güne çoğalarak bu protestoya destek veriyorlar… Her gün farklı bir ülkeden-bölgeden kadınların, öfkeden titreyen elleriyle saçlarını kestikleri videolara denk geliyorum.
Bir de simsiyah bir tutam saçdan yapılmış bayrağın, özgürlüğün sembolü olarak dalgalandığına…
(Mahsa Amini’nin ölümünden sonra simgeleşen bu bayrak, 2008 yılında sanatçı Edith Dekyndt tarafından yapılan bu çalışma Ombre indirene ‘Yerli gölge’ başlığını taşıyor. Bir video projeksiyonu. Bayrağın dalgalandığı yer Fransa, Martinik’teki Diamant sahili…19. yüzyılın başlarında 100 Afrikalı esiri taşıyan gizli bir köle teknesi, tamamen yok edilmeden önce Diamant’ta bulunan kayalara çarpmış ve işte bu bayrak, kayaların arasına sıkışmış saçlardan oluşuyor…
Görülebileceği yer: WIELS, Contemporary Art Centre, Brüksel
Kaynak: Kafa Dergisi )
Saç kesme eylemi birçok kültürde kadınların baskıya, zülme, ölüme karşı isyanıdır.
Kadınların sevdikleri öldüğünde yas belirtisi olarak saçlarını kestiklerini gördüm. Baskıdan kurtulup özgürleştiklerinde veya kalpleri kırıldığında, aşka-sevgiye küstüklerinde saçlarını kestiklerine şahit oldum…
*****
Yıllar önce çektiğim bir fotoğraf geldi aklıma. Erkeğin zulmünden kaçan, aile ve toplum baskısına rağmen, yılları bulan mücadelenin ardından özgürlüğüne kavuşmuş bir kadının fotoğrafı. “Hikayesi Olan Fotoğraflar” başlıklı bir proje-kitap için kullanılacak ancak şimdi sizlerle paylaşmak istedim. Hikayesini olmasa da en azından şimdilik fotoğrafını…
Yüksekçe bir dağı birlikte tırmanırken, benden önce zirveye ulaşmıştı. Kayaların üstüne çıkıp kollarını açarak göğü, bulutları ve rüzgarı kucaklıyordu, elinde başından sıyırdığı örtüsüyle… Kestiği simsiyah saçlarına ağır gelen örtüsüyle…
Rüzgarda savrulan örtüsü ruhuna, bedenine, kalbine özgürlüğü taşıyordu…
Sessiz bir özgürlük çığlığı yeryüzünden arşa yükseliyordu…
Şanslıydım, benden başka kimse “özgürlük”üğe ne çok yakışan böyle bir fotoğraf çekmiş olmayacaktı…
(İran’daki şeriat kanunlarına göre, kadınlar başlarını kapatmak ve bol, uzun kıyafetler giyerek bedenlerini örtmek zorunda. Bu kuralları uygulamakla yükümlü polislere “Gasht-e Ershad” yani “Rehber Devriyeleri” ya da ahlak polisi deniyor.
1979’daki İran İslam Devrimi ardından devrimin lideri Ayetullah Humeyni, başörtüsünün tüm kadınlar için iş yerlerinde zorunlu olduğunu, başörtüsü takmayan kadınların “çıplak sayılacağını” duyuran bir kararname yayımladı. Ancak kadınlar bu karara isyan etti. 1981’de kadınlar ve kız çocuklarının “islami tarzda” giyinme zorunluluğu kanunlara eklendi. Polislere bu kanunu uygulama emri verildi.
2005’te Cumhurbaşkanı seçilen Mahmud Ahmedinejad, “Gasht-e Ershad” yani ahlak polisi birimini resmen oluşturdu.
Kaynak: BBC Türkçe )
*****
Bu yazı 24.09.2022 tarihinde Bianet.org’da yayımlanmıştır??