TOP

Gazetecilerden Kitap Önerileri

Hep derler ya “bir gün, bir kitap okudum hayatım değişti” diye. Sıkı okurların hep vardır böyle kitapları ve bu kitaplara hep bir yenisi eklenir.

İyi bir okurun hayatının her döneminde; yaşamının rotasını değiştiren, mesleğine-yaptığı işe katkı sağlayan, kendisine yeni bakış açıları katan kitapları olur. Bu nedenle zordur kitap listesi kabarık birinden, hayatını değiştiren bir kitap seçmesini istemek. Hangisini seçeceğini bilemez, hayatına bu denli mana katan, yoldaşlık eden tüm o kitaplar arasından hangisini seçse öbürünün hatrı kalır.

Öte yandan iyi bir okur, kendisini etkileyen bir kitaptan herkesin faydalanmasını ister. Ne o kitaptan öğrendiklerini ne de o kitapları kendisine saklamak istemez, paylaşmak ve bu etkiyi büyütmek ister. Tam da böyle bir motivasyonla ulaşabildiğimiz gazeteci arkadaşlarımızdan kitap öneleri rica ettik. Uzun uzadıya kitap listeleri almak yerine gelen tavsiyeleri “iki kitap” ile sınırlayarak okurun süzgecinden geçmiş etkili bir kitap listesi oluşturmaya çalıştık.

Ve ortaya 20 kitaptan oluşan rafine bir okuma listesi çıktı.   

Kitap tavsiyesi rica ederken sadece gazetecilikle ilgili değil, her alanda kurgu veya kurgu dışı kitaplar seçebileceklerini belirttik. Aynı zamanda kitapların kendilerini ne yönde etkilediğini, mesleki anlamda kendilerine ne kattığını ve bu iki kitabı okura neden tavsiye etmek istediklerini kısaca paylaşmalarını istedik.

***Kitap isimleri yazının sonunda listelendi…       

Yoğun çalışma tempoları içinde bu kitap listesine katkı sağlayan meslektaşlarımız; ORHAN ERİNÇ, MURAT SABUNCU, ÇİĞDEM TOKER, GÖKÇER TAHİNCİOĞLU, TİMUR SOYKAN, BARIŞ TERKOĞLU, ÖZGE MUMCU AYBARS, BÜŞRA SANAY, NİLAY ÖRNEK, HAZAL OCAK’a teşekkür ederek, onların tavsiyelerini paylaşmadan önce çorbada benim de tuzum olsun diyerek iki kitap da ben eklemek istedim…

 

BÜYÜK BİRADER’İN GÖZÜ ÜSTÜNÜZDE

“En sevdiğin filmi, şarkıyı, sanatçıyı, yazarı…” seçmek kadar zor olan bu iki kitap, hangisi olurdu acaba diye düşünürken sayısız kitap geçti aklımdan.

Birinci sıraya ilk aklıma geleni yazmak istedim: George Orwell’ın 1984 kitabı.

Distopik ve politik bir roman olan bu kitabın sloganlaşan “Big brother is watching you” (Büyük birader sizi gözetliyor) cümlesi bugünün denetim ve gözetim toplumundan bakıldığında yetmiş dört yıl önce yazılmış bir kitabın nasıl da geleceğe ışık tuttuğunu gösteriyor.

Büyük Birader’in gözü hep üstümüzde.

Orwell’ın distopyasında anlattığı otoriter-totoliter yönetim sisteminin yansımalarını, hegemonyanın işleyiş biçimini bugün dünya devletlerinin hemen hemen hepsinde görebiliyoruz. Hakikat Bakanlığı’nda çalışan Winston’ın, Büyük Birader’in otoritesini sarsacak veya bugün söyledikleriyle çelişecek bütün geçmiş haberleri değiştirmesi ya da yok etmesi, devlet-medya ilişkisinin tarihselliği açısından önemli bir detay olarak karşımıza çıkıyor.

Zamandan bağımsız bir kitap olması ve düşünce suçu, düşünce polisi, zihnin kontrol altına alınma çabası, geçmişin yok edilerek geleceğin yaratılması, bireyselliğin yok edilmesi, başkaldırı, bellek, diktatörlük, hegemonya gibi kavramlar ve durumlar üzerine tekrar tekrar düşünmeyi sağlaması açısından okunmasını tavsiye ederim.

 

GREGOR SAMSA BİR SABAH UYANDIĞINDA…

İkinci kitap için epeyce bir düşünmem gerekti. Yuval Noah Harari imzalı Homo Deus kitabıyla Kafka’nın Dönüşüm kitabı arasında kaldım. Son tahlilde Kafka ağır bastı ve Dönüşüm’ün ilk cümlesi dilimden dökülüverdi:

“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu…”

Bir insanın, böceğe dönüşmüş olması ne anlama gelir?

Kendine yabancılaşma mı, kabuğundan sıyrılma mı, yaşadığı topluma-düzene yabancılaşma mı, yoksa yozlaşmış bir yaşamdan kaçış mı? Belki de hepsi…
Dayatılan sisteme uyum sağlamaya çalışırken mi kendimizden uzaklaşıyor ve bir böceğe dönüşüyoruz yoksa bu dayatmaya karşı çıktığımızda dışlanarak mı bir böceğe dönüşüyoruz?

Dönüşüm’ü farklı dönemlerde birkaç defa okudum ve her defasında başka türlü değerlendirdim. Okumanızı şiddetle tavsiye edeceğim bu incecik kitabın içinde bir dünya saklı. Bizlere düzen diye sunulan yozlaşmış sistemin içinde sıkışmışlığımızı, kölelikten farkı olmayan çalışma hayatımızı, toplumun dayattığı yaşam biçimini sorgulatan bir kitap.

 

Orhan Erinç: “Gazetecilik Mesleği” ve “Basın Tarihine Dair Bilgiler ve Hatıralar”

Kıdemli gazetecilerimizden Orhan Erinç, mesleğe 14.02.1957 tarihinde başlamış. Gazeteciliğin usta-çırak ilişkisiyle öğrenildiği o dönemde, meslekle ilgili sadece tarihi gündeme getiren kitaplar olduğunu belirten Erinç kitap tavsiyelerini şöyle aktarıyor:

“Habercilik ve gazete yayın yöntemlerine ilişkin ilk kitap 1963 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Gazetecilik Mesleği” adı ile yayımlandı. İngiltere’nin ünlü gazetecisi John Hohenberg yazmış, Filiz Ofluoğlu çevirmişti. İlk kez haber yazma, başlık atma, söyleşi, röportaj yapma ve sayfa düzenleme konularında bilgilerle örnekler veren bir kitaptı. Ufuk açma ve yönlendirme konularında çok yararlandım. Ancak teknoloji de geliştiğinden yaklaşık 60 yıl sonrası için öneremem.

Teknoloji değiştiği için Erinç, bu tür kitapların gazeteciliğin bugün nasıl yapılması gerektiğini öğrenmek için okunamayacağını vurguluyor. Bu kitapların hâlâ taşıdığı işlevi anlatırken “Bir mesleği, geçmişini öğrenmeden ileriye taşımanın olanaksızlığına inanırım” diyen Erinç, bu yüzden Münir Süleyman Çapanoğlu’nun yine TGC’nin yayımladığı (1962) “Basın Tarihine Dair Bilgiler ve Hatıralar” kitabını öneriyor:

“İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda Türk Basınının Güncel Sorunları, Haber Toplama ve Yazma Tekniği ile Basın Ahlakı dersleri verirken çok zorlanmıştım. Arkadaşlar notlarını paylaşıyorlardı. Yanlış not tutmuş olandan alanlar da sınavda yanlış yanıt veriyorlardı. Yanlışların çokluğu bunun not paylaşımından kaynaklandığını gösteriyordu. Ne yazık ki kitap sorunu bir türlü çözülemiyor. Ben de son dönemde çıkan kimi kitaplardan yararlanıyorum.”

 

Çiğdem Toker: “Yaratma Cesareti” ve “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları”

Çiğdem Toker; psikoloji, psikoterapi, felsefe ve sanatla yakin ilişkisi olan Rollo May’in en temel yapıtlarından biri olan “Yaratma Cesareti”ni tavsiye ediyor.

Toker üniversite yıllarında okuduğu Yaratma Cesareti’nin etkisini şöyle açıklıyor:

“Kendime yön çizmeye çalıştığım yıllarda, müzik, edebiyat olsun diğer dallar olsun, sanatın anlamı, eserlerin ortaya çıkış süreciyle çok ilgiliydim. Yaratma Cesareti’nde, bireyin sanatla ilişkisini, bir eser üzerinde mesafe alıp tam tamamlayacakken vazgeçme anlarını, psikolojik ve toplumsal dinamikler bakımından analiz eden perspektifi şaşırtıcı ve etkileyicidir.”

Toker’in ikinci kitabı, John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabı. Bu kitap ABD’de onlarca yayınevinin yayımlamaktan korktuğu, yayımlandığında içinde Türkiye’nin de olduğu 23 ülkenin gündemini sarstığı bir kitap. Toker kitaba ilişkin “80’lerden sonra ülkemizin ve geri bıraktırılmış tüm ülkelerin başına gelenleri, getirilenleri içeriden bir aktörün anlatısı olması bakımından hala çok sarsıcı bulurum.” diyor.

 

Murat Sabuncu: “Bu Diyar Baştan Başa” ve “Totalitarizmin Kaynakları”

Murat Sabuncu, gazetecilik bölümlerinde röportaj teknikleri ile ilgili derslerde de kitapları çokça kullanılan Yaşar Kemal’in “Bu Diyar Baştan Başa” adlı röportaj kitabını ekliyor ve kitapla ilgili şunları söylüyor:

“Memleketin köyleri, kasabaları, sokakları, evleri ve tabii insanları…
Gezdi, gördü, konuştu, en önemlisi hissetti. Bunları röportajlar şeklinde o dönem Cumhuriyet Gazetesi’nde de yayımladı. Yaşar Kemal’in bu kitap serisi bir yandan gazeteciliğin öte yandan dönemin şahidi… Hala arada elime alıp karıştırırım. Yol göstericilerimden biri olmuştur.”

Murat Sabuncu’nun ikinci kitap tavsiyesi, Siyaset Bilimci Hannah Arendt’in “Totalitarizmin Kaynakları” adlı kitabı. Yazar, yazıldığı dönemde çokça tartışılan bu kitapta Komünizm ve Nazizmin kökenlerini ve bunlarla antisemitizm arasındaki bağlantıları incelemiştir. Sabuncu, kitabın etkisine dair şunları söylüyor:

“Savaşta ya da zor dönemlerde ‘kötülük’ sadece siyasetçilerin değil sıradan insanların da kötüye ‘göz yumması’ ya da kimi zaman ‘isteyerek ortak olması’… İnsanlık tarihinin hiç bitmeyen-bitmeyecek ‘iyilik-kötülük’ felsefi tartışmasına, Nazilerin toplama kamplarından yaşananlarla bir sorgulama sunuyor bu kitap. Sağ popülist, totaliter rejimlerin güç kazandığı en azından var olmak için mücadele ettiği dönemlerde Arendt hem bu hem diğer kitaplarıyla önemli bir başvuru kaynağım oldu-oluyor.”

 

Timur Soykan: “Soğukkanlılıkla” ve “Bir Bulut Kaynıyor”

Kısa Dalga’da gerçek suç hikayelerini anlattığı podcast serileriyle de kendisini dinlediğimiz Timur Soykan, tam da anlattığı bu suç hikayelerine benzer içerikte bir eseri tavsiye ediyor. Timur Soykan’ın bir gazetecilik çalışması olarak hayranlık duyduğunu belirttiği eser Truman Capote’nin “Soğukkanlılıkla” isimli kitabı.

Soykan bu kitabın kendisindeki etkisini şöyle aktarıyor:

“Capote, ABD Kansas’taki bir çiftlikte 1959 yılında bir ailenin katledilmesini inceliyor, iki çocuğun da vahşice öldürüldüğü gerçek bir suçu anlatıyor. Sanırım 20 yıl önce okuduğum eserde benim için en etkileyici olan ne kadar karanlık olursa olsun gerçeği anlama çabasıydı. Bunu sağlayan ise; sadece Capote’nin titizliği ya da merakı değil, hakikate olan tutkusu ve bunun için geniş bir bakış açısına sahip olması. Motivasyonu hüküm vermek olmadığı, anlamak olduğu için sabırla soruları soruyor ve yanıtları analiz ediyordu. Hayatın kurgusuna bir sadakati vardı. Bu eşsiz bir gazetecilik dersi. Sadece katil ya da kurbanlarla değil toplum yaşamında vahşeti analiz etmesi de gazeteciliğin sonsuz sınırlarını ortaya koyuyordu.”

Timur Soykan da Murat Sabuncu gibi Yaşar Kemal’in kitaplarını başucu kitapları olarak seçmiş ve Sabuncu’nun tavsiye ettiği “Bu Diyar Baştanbaşa” dörtlüsünün dördüncü kitabı olan “Bir Bulut Kaynıyor” kitabını okurlara tavsiye ediyor.

Soykan, Yaşar Kemal’in röportajlarının meslek sevgisini oluşturduğunu dile getiriyor ve ekliyor:

“Üniversite yıllarında okuduğumda gazeteciliğe bakışım tamamen değişti. Gazeteciliğin ustanın edebiyatıyla bütünleşmesinden çok daha fazlası vardı kitapta. Hayatın kendi kurgusunu anlatıyordu sanki. O kadar doğal ve sahiciydi. Gazetecinin duyguyu da okurlara aktarabilmesinin bu işin sihri olduğunu düşünmüştüm.”

 

Özge Mumcu Aybars: “İmparatorluk” ve “Paula”

Özge Mumcu Aybars da “hayata bakış açımı değiştiren kitaplar üzerine düşündüğümde iki kitap ön plana çıktı – kaldı ki etkileyen kitapları ikiye indirmek epeyce zorlu bir zihinsel süreci getirdi. Çünkü her kitabın illa ki bir izdüşümü var.” diyor.

Aybars’ın ilk tavsiye kitabı, Ankara Siyasal’da yüksek lisans yaparken okuduğunu belirttiği Michael Hardt ve Antonio Negri’nin “İmparatorluk” eseri.

Aybars, bu eserle ilgili düşüncelerini şöyle açıklıyor:

“İmparatorluk üzerine Aykut Çelebi Hocamız bir ders açmıştı. Kitabın referans verdiği alt metinleri okuyorduk. Muhtemelen o nedenle daha çok iz bıraktı. Küresel sermayenin tüm emek hareketlerini bertaraf edişi, ulus-devletin karşısına çıkan problemler; Marx’ı yeni dönemde nasıl ele almamız gerektiği… Kitapta referanslarla değinilen makaleler veya kitapları okumak düşünsel dünyamı zenginleştirmişti. Postmodernist akımların siyaset bilimini de sardığı yıllardı. Yani her alana parçalı bir bakış hakimdi. Oysa İmparatorluk, küresel sermayeye bakış, yerelde nasıl örgütlenme gerektiği gibi alanlarda -özellikle biyoiktidar ve biyopolitika alanlarında- zihin açıcı bir kitaptı; yaşadığımız döneme daha bütünsel bakıyordu. Yeniden dönüp bakmak, iklim krizinden pandemiye kadar olan dünyasal durumlarda, tespitlerine yeniden bakmak ve yeni bir gözle ele almak gerektiğini düşünüyorum.”

Özge Mumcu Aybars ikinci kitap olarak Şilili yazar Isabel Allende imzalı “Paula” romanını seçiyor. Aybars, bu kitabın kendisinde yarattığı etkilerden bahsederken kitabın, katman katman dolu bir hayat ve direniş hikayesi olduğunu dile getiriyor ve ekliyor:

“Allende, İspanya’da bitkisel hayatta olan kızı Paula’nın başında beklerken, biraz da muhtemelen aklını yitirmemek adına, kendisinin ve ailesinin tüm hikayesini anlatır. Allende romanları beni çocukluğumdan ve ilk gençliğimden beri etkiler; belki kendi travmatik geçmişimle Allende’nin öldürülmesi arasında bir paralellik kurduğum için. Isabel Allende, Salvatore Allende’nin yeğeni. Yani, Şili’de darbe olduğunda kaçmak durumunda kalması, sonra yaşadıkları, evlilikleri, çocukları… Katman katman dolu bir hayat ve direniş hikayesidir aslında. Kızının adını verdiği Paula kitabı da, onun tüm kitaplarında nerelerden esinlendiğini de anlatıyor. Bu kitap, öncelikle toplumsal baskıdan kaynaklı olarak yazmaktan çekinmemin önüne geçti. Yazarak duygu ve düşünceleri aktarmanın, kendini sağaltmak ve de başkalarına bir anlamda güç vermek için önemli olduğunu düşünmemi sağladı.”

 

Gökçer Tahincioğlu: “Cevdet Bey ve Oğulları” ve “Bir Gün Tek Başına”

Gökçer Tahincioğlu, gazeteciliği meslek olarak seçmesinde romanların ve gazetelerin çok etkili olduğunu söylüyor ve bunun nedenini şöyle açıklıyor:

“İki nedenle; birincisi insanlara başka dünyaları aktarmanın ne kadar büyülü olduğunu romanlar sayesinde anladım, ikincisi o dönem okuduğum yazarların büyük bölümünün ya gazeteci kökenli olduğunu ya da bir yandan gazetelerde de yazılar yazdıklarını fark ettim. Evimize küçüklüğümden bu yana giren Milliyet gazetesini, ara ara okuduğum Hürriyet, Cumhuriyet ve Günaydın gazetelerini başka bir gözle okumaya başladım. Hasan Pulur, Çetin Altan, Altan Öymen, Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, İlhan Selçuk… Roman yazabilmek için gazeteci olmam gerektiği gibi çocukça bir fikir edinmiştim ve tüm bu gazetecilerin üslupları ve anlattıkları bana büyülü geliyordu.”

Tahincioğlu, tavsiye olarak iki roman seçiyor ve lise yıllarında okuduğu bu romanların içeriğiyle kendisini ve sonradan gazeteciliği yapış biçimini etkilediğini belirtiyor.    

“Orhan Pamuk-Cevdet Bey ve Oğulları: Bir ailenin üç kuşak hikayesini, ülkenin hikayesiyle birlikte anlatan romandaki kimi karakterler o yıllarda beni derinden etkiledi. Hayata sıkı sıkıya idealizmle bağlanan bir karakterin sonradan yaşadığı, hayal kırıklığına bile yer bırakmayan, müthiş negatif dönüşümden özellikle etkilendiğimi ve bir işi aşkla yapabilmek, hayatını bununla sürdürebilmek üzerine uzun uzun düşündüğümü anımsıyorum. Ve aynı zamanda romanın kendisi bir işi yapmaya başlamakla, iyi bir biçimde tamamlayabilmek üzerine fazlaca düşünmeme yol açmıştı.

Gökçer Tahincioğlu ikinci öneri olarak son kitabı Kiraz Ağacı’nda da bahsi geçen Vedat Türkali’nin “Bir Gün Tek Başına” adlı eserini tavsiye ediyor. Tahincioğlu kitaba ilişkin şunları söylüyor:


“Ben lise yıllarımdan bu yana, okur olarak romanlarda üslup ve karakter derinliğini önceleyen tercihlerde bulunuyorum. Bir Gün Tek Başına’nın bu anlamda, görkemli bir roman olmanın yanında böyle belirleyici bir etkisi de var benim üzerimde.
Romanla ilgili olarak genellikle kadın-erkek ilişkileri, politik tercihler tartışılır ama benim için ana karakterin olmamışlığının, hayal kırıklığının kaç hayatı etkilediğinin romanıdır Bir Gün Tek Başına… Vedat Türkali’nin çok yönlülüğü, yazı ustalığı da yazmak üzerine kafa yormaya başlamama yol açmıştı lise yıllarımda. Ve elbette yine tercihlerin ve tercihleri gerçek kılmak için emek vermenin önemi üzerine düşünmemi sağlamıştı.”

 

Hazal Ocak: “Kurtlarla Koşan Kadınlar” ve “Açık Yapıt”

Hazal Ocak, ilk kitap önerisini klinik psikoloji üzerine uzmanlaşan Psikanalist  Clarissa Pinkola Estes imzalı Kurtlarla Koşan Kadınlar olarak belirliyor.

Ocak, yıllar önce okumaya niyetlense de tam anlamıyla 2021 yılı içinde okuma fırsatı bulduğu bu kitap için şöyle diyor:

“İnsanlık tarihi boyunca bastırılmaya çalışan kadınların içindeki sınırsız güç bu kitapta masallar üzerinden anlatılıyor. Erkek egemen toplum tarafından kadınlar üzerinde kurulan baskıyı ve hissettirilen yetersizlik duygusunun farkına vardırıyor. Her bir bölümünü okurken ‘yeni bir ben’ fark ettim ve aslında toplumun bize ‘kadın olmak’ üzerinden yüklediği tabuların ne kadar derine işlediğini gördüm. Bu yüzden bu kitabı herkese öneriyorum”

Hazal Ocak’ın ikinci tavsiyesi İstanbul Üniversitesi’nde, Gazetecilik bölümü öğrencisi iken okuduğu Umberto Eco’nun “Açık Yapıt” kitabı. Bu kitabın kendisini mesleki anlamda çok etkilediğini dile getiren Ocak, kitabı okurken altını çizerek okuduğunu belirtiyor ve ekliyor:   

“Bu kitabı okuduktan sonra özellikle sanat yapıtlarına bakış açım tamamen değişti. Kitap bence temelde ‘Açık Yapıt’ kavramı üzerinden yaratıcı ve okur/izleyici arasında ilişkiyi farklı bir gözle ortaya koyuyor. Kitapta sanat yapıtının anlamlandırma süreci analiz ediliyor. Umberto Eco, açık yapıtın belirsiz olduğunu, çeşitli yorumlara olanak tanıdığını ve bunların hiçbirinin bir ötekine baskın olmadığını söylüyor. Bu kitabı okuduktan sonra meslek hayatım boyunca hem sanat yapıtlarına bakışım hem de haberlere bakışım farklı bir boyut kazandı. Görülmeyeni görme konusunda bana bir kapı araladı. O yüzden bu kitabı özellikle gazetecilik öğrencilerine ve meslektaşlarıma öneriyorum.”

 

Barış Terkoğlu: “Dorian Gray’in Portresi” ve “Sırlar”

Barış Terkoğlu biri kurgu diğeri kurgu dışı iki kitap tavsiye ediyor.

Oscar Wilde’ın “Dorian Gray” kitabı ve Yalçın Küçük’ün “Sırlar” kitabı.

Terkoğlu önerdiği kitapları okuduğu dönemleri ve kendisine kattığı fayadaları şöyle anlatıyor:

“Kuşkusuz çok kitap ismi verilebilir. Ama aklıma ilk olarak Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi ve Yalçın Küçük’ün Sırlar kitabı geliyor. İkisi de elbette gazetecilik kitabı değil. Ama gazetecilik, gazetecilik dışından beslenmezse oldukça fakir bir uğraş. Sırlar kitabını okuduğumda mesleğe yeni başlamıştım. Dorian Gray’in Portresi’ni okurken ise henüz 3 yıllık gazeteciydim. Dorian Gray bir güzellik sorgulaması yapıyor. Aslında insana dair bir hikaye. Hedef kitlesi hepimizin yaşamı. Sırlar ise tersinden bir tarih yazımı. Sovyet Devrimi’nin bütün dünyaya değişimine odaklanıyor. Dorian Gray, söyleyişime katkı yaptı. Bir olayın bu şekilde de anlatılabileceğini gördüm. Sırlar ise kurgusal yanımı değiştirdi. Birçok parça aynı bütünde anlatılabiliyor, bunu gördüm. Bir kitabı okuyunca bir şey kaybetmezsiniz. Okumayınca bir şeyler kaçırabilirsiniz. Eksik ya da fazla iki kitap da içindekilerle insanın aklını kışkırtıyor. Üretmeye, düşünmeye zorluyor.”

 

Nilay Örnek: “Babıali’nin Şu Son Kırk Yılı” ve “Zamanın Ağızları”

Nilay Örnek, çok daha gerilerden, taa çocukluğundan etkisine kapıldığı bir kitap seçiyor, Demirtaş Ceyhun’un “Babıali’nin Şu Son 40 Yılı” eseri. Örnek, ortaokul yıllarında okuduğu ve hayatımı en çok etkileyen kitaplardan biri diye bahsettiği bu eserle tanışma anını şöyle anlatıyor:

“Ortaokul öğrencisiyim, bizim okulda da Dostoyevski, Tolstoy okuyan yok; Stephen King, Trevanian, çizgi roman falan… O zamanlar benim ‘mönü’ böyle. Sahaflara girip çıkıyorum birinden ‘nedense’ almışım bu kitabı. Bir ortaokul öğrencisi niye hiç tanımadığı bir adamın “Babıali’nin Şu Son 40 Yılı” adlı kitabını okur hâlâ merak ediyorum. Biraz gazete ve gazetecilik merakım vardı belki ondan… O kitabı okuduğumu ve çok etkilendiğimi hatırlıyorum. İlginç olan hayatımı en çok etkileyen kitaplardan birinin içeriği hakkında çok az şey hatırlıyor olmam. Gazeteciliği ve işleyişini masaya yatırıyor, geleceği tartışıyordu sanki… Benim en çok hatırladığım şey hissi. Şu vardı: İnsanlar çok zor bir işten bahsediyorlar, olay eksik olmuyor, şikâyet gırla. Ama deli gibi seviyorlar işlerini, çok seviyorlar. Bir muziplik de var, bir heyecan. Ve yazı yazmak, okuyanları etkilemek, bir şeyleri değiştirmek. Büyülü bir şey anlatıyordu sanki Demirtaş Ceyhun. Eski baski-dizgi sisteminde zehirlenme tehlikesi varmış galiba; çalışanlar sürekli yoğurt yiyorlar misal. Böyle bir şeyi hatırlıyorum. Nasıl bir iş ki bu kadar, ölümüne seviyorlar insanlar. Sürekli o kitapla dolaştığımı, gazeteci olmak istediğimi söylediğimi hatırlarım ben mesela. Kitabı annemin evindeki kütüphanede bırakmışım, gitmiş… Bu dosya için baktım; 1940’lardan 80’lere basını anlatıyormuş Ceyhun. Yaşar Kemal’den Aziz Nesin’e, Nezih Demirkent’ten Erol Simavi’ye, Hasan Cemal’den Hasan Pulur’a pek çok insanla konuşmuş Demirtaş Ceyhun.

Hayatıma etkisi olan çok kitap var; hatta ben binlerce kitap satırının toplamı bile olabilirim.

Bazılarının içeriklerini yanlış hatırlıyor olduğum halde üstelik.

Yıllar yılı Murathan Mungan’ın, Şahmeran’a ‘Camsap… Nasıl olur da beni sonsuza kadar sevebileceğine dair söz verirsin. Gelecekteki sen adına nasıl söz verirsin. Gelecekteki sen sen değilsin…’ dedirttiğini sandım! Kitaptan aklımda öyle kalmış. Ben kimseye dev ve büyük sevgi sözleri vermedim, biraz da bundan…

Özetle; çok kitap var ama gazetecilik tutkumun tohumunu atan Demirtaş Ceyhun’un söyleşilerle bezediği ‘Babıali’nin Şu Son 40 Yılı’ kitabıdır.”

Nilay Örnek, ikinci kitap tavsiyesini deneme kategorisinden seçiyor; Uruguaylı gazeteci ve yazar Eduardo Galeano’nun “Zamanın Ağızları” eseri.

Örnek, yazara ve esere ilişkin şunları aktarıyor:

“Zamanın Ağızları olsun, Kucaklaşmanın Kitabı olsun, Yürüyen Kelimeler olsun… Bana Galeano olsun. İhsan Oktay Anar’dan Engin Gençtan’a, John Berger’den Milan Kundeya’ya pek çok yazarın beni etkileyen kitaplardan söz açasım geliyor. Ama Galeano benim için başkadır.

Gazetecilik için de önemlidir. Onun gazetecilik kıvraklığıyla edebiyatçı zamansızlığını birleştiren metinlerini çok severim. Onun gibi kısa, onun kadar yalın ve vurucu yazmayı kim istemez. Damıtılmış, gülümseten, etkileyen, hatırlatan yazılar. Zamanın Ağızları’na bakarım mesela; Galeano metinleri hem hafıza tazeler hem vicdan nedir ona ışık tutar… Hem sıradan insanlardan bahseder hem de krallar şöhretler, liderler hakkında sözü vardır. Hem edebiyattır hem gazetecilik… Kısa yazma hüneri nedir onu gösterir. Şiir de verir, küçük öyküler de, roman derinliğinde gazetecilik metinleri de… Aynı zamanda sohbet gibidir de onun denemeleri; duygudaşlık, ruhdaşlık vardır. Kadim bilgileri modern yaşamla harmanlayış şekli, kavramları örüşü beni derinden etkiler.”

 

Büşra Sanay: “Cinsel Şiddeti Anlamak” ve “Timbuktu”

Büşra Sanay’ın ilk kitap önerisi, tutuklu tecavüzcü erkekler üzerine bir inceleme kitabı olan “Cinsel Şiddeti Anlamak” isimli çarpıcı bir araştırma kitabı.

İnsan, toplum, kadın çalışmaları, siyaset ve politika üzerine eserler yazmış olan Diana Scully bu araştırmayı on yılda tamamlıyor.

Sanay kitabın kendisinde yarattığı etkileri şöyle açıklıyor:

“Kardeşini Doğurmak kitabıma çalışırken pek çok kaynak okudum. Çok fazla. Ancak içlerinde bir tanesi vardı ki beni oldukça etkilemişti. Çevire çevire defalarca okudum. Diana Scully’nin, Cinsel Şiddeti Anlamak kitabı. Kendisi sosyolog ve yaptığı araştırma pek kıymetli. Yaptığım işe bakış açısı katan bir araştırma çalışmasıydı. Kitabında, kadınlara tecavüz eden 114 suçlu ile görüşmeler yapmıştı ve bu görüşmeler cezaevinde gerçekleşmişti. Tecavüzden sonra kadınları öldüren suçlular da vardı bunların içinde. Bu kitabı 2015 senesinde okumuştum. Hala etkisi üzerimde. 90’lı yıllarda yapılan bir çalışma ancak odak, suçlu, cinsel şiddet ve insan olunca her zaman, her devirde, hep güncel olacak bir kitap. Bir sosyolog gözüyle sorulan sorular ve soruluş şekillerini incelemiştim. Karşı tarafın yanıtları beni her ne kadar çileden çıkarsa da ki bu kitabın yazarı için de geçerli, işte tam da bu noktada nasıl soğukkanlı olduğunu hatırlıyorum. Aşağılamadan, suçlamadan yalnızca dinleyerek. Amerika’daki tutuklularla yapılan bir çalışma bu. Ayrıca çok fazla başlıkla da ayırmış yazar suçluları. Mesela, küçükken tecavüze uğramış, taciz edilmiş, yalnız bırakılmış, ailesiz kalmış gibi başlıklar da var. Birgün röportaj için cezaevine gittiğinde yaşadığı bir an var ve işte o an’ı çok korktuğu bir an olarak anlatıyor ki kesinlikle ürperticiydi… Kapsamlı, detaylı, büyük emek verilmiş ve insana yol göstermesi için dünyaya bırakılmış özel bir çalışma olduğunu düşünüyorum.” 

Büşra Sanay’ın ikinci kitap tavsiyesi Paul Auster Timbuktu romanı.

“Bu kitabı senelerdir bilmeme rağmen bir türlü okumamıştım. Hayatıma bir köpek girdi ve benim bir parçam oldu. İşte ben o günden sonra her şeye bir köpeğin gözünden de bakmaya başlamıştım. Onunla konuşurken bile onun göz hizasına iner konuşurum. Geçen sene çok sevdiğim bir arkadaşım bu kitabın sanırım ilk baskısını bana hediye etti. Zaten bir çırpıda da bitti. Sonra kitaptan alıp etrafıma hediye etmeye başladım. Aynı ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ da yaptığım gibi. Kitap, bir köpeğin gözünden hayat ve insanlar yazılmış. Sokak köpeği ve sahibiyle sokaklarda yaşayan bir köpek. Hayata veda etmesi pek uzak olmayan sahibi bunu bildiği için ona hep neler yapıp yapmaması gerektiğini anlatıyor ve sonra tek başına kaldığında yaşadığı mücadelesini anlatıyor Paul Auster. Mesela, bir köpeğin neden Çin Restoranı’nın yanından geçmemesi gerektiğine kadar öğüt veriyor. Zaten köpek de sahibinin her dediğini anlıyor. Köpekle duygusal bir bağı nasıl kurduğunu okuyoruz sahibinin. Bu kitapla çok başka bir bağım var, başucumda durur hep. Mesleğime yönelik bir şey katmadı bu kitap bana ama beni köpeğin gözündeki hayatta yaşattı. Bu, paha biçilmezdi. Son olarak, bu kitabı köpek sevmeyen insanlara hediye edersek belki hayatlarında bir pencere açmış oluruz.”

 

KİTAP LİSTESİ

1. George Orwell – 1984
2. Franz Kafka – Dönüşüm

3. John Hohenberg – Gazetecilik Mesleği
4. Münir Süleyman Çapanoğlu – Basın Tarihine Dair Bilgiler ve Hatıralar

5. Yaşar Kemal – Bu Diyar Baştan Başa
6. Hannah Arendt – Totalitarizmin Kaynakları

7. Truman Capote – Soğukkanlılıkla
8. Yaşar Kemal – Bir Bulut Kaynıyor

9. Rollo May – Yaratma Cesareti
10. John Perkins – Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları

11. Michael Hardt ve Antonio Negri – İmparatorluk
12. Isabel Allende – Paula

13.Orhan Pamuk – Cevdet Bey ve Oğulları
14. Vedat Türkali – Bir Gün Tek Başına

15. Clarissa Pinkola Estes – Kurtlarla Koşan Kadınlar
16. Umberto Eco – Açık Yapıt

17. Oscar Wilde – Dorian Gray
18. Yalçın Küçük – Sırlar 

19. Demirtaş Ceyhun – Babıali’nin Şu Son 40 Yılı
20. Eduardo Galeano – Zamanın Ağızları

21. Diana Scully – Cinsel Şiddeti Anlamak
22. Paul Auster – Timbuktu

 

Bu yazı 28 Mayıs 2022’de Journo.com.tr’de yayımlandı…