TOP

ç seslerimle kavgam büyük bu aralar… Fazlaca zalimler bana karşı, fazlaca sert ve acımasız. Genel itibariyle çok da şefkatli bir ilişkimiz olduğu söylenemez aslında. Ama şu aralar ekstra fazla öfkeliler… Birini sakinleştirsem diğeri başlıyor öfke kusmaya. Ne hepsine, tek tek “haklısın”

üçükken erkek gibi yetiştirilmiş ve bu yetiştirilme biçimini meziyet sanarak bu role kendini fena kaptırmış “erkek Fatmalar” toplaşın, bişey anlatıcam… Ebeveynlerinin erkek evlat sevgisi yüzünden, onların projesine uygun yani “kız çocuğunu, erkek çocuğu gibi yetiştirme projesi”ne uygun yetiştirilen kız çocukları, şu

Çocuk istismarında, kadın cinayetlerinde ve yığınla hak ihlallerinde sicili hayli kabarık olan Türkiye, şu günlerde bir skandalla daha adını dünyaya duyurmayı başardı. Günlerdir 6 yaşında bir kız çocuğunun 29 yaşında bir tarikat müridiyle “evlendirildiği” haberini sindirmeye çalışıyoruz. İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur

ir öte evren düşünün, paranın ve gücün olmadığı… İstediğiniz yere gidip istediğiniz yemeği, tatlıyı, içeceği sipariş ediyorsunuz ve hiç bir para ödemeden, elinizi-kolunuzu sallaya sallaya mekandan çıkış yapıyorsunuz. Kimse de arkanızdan bağırmıyor “hooop kardeş hesabı unuttun” diye… Cebinizde ne kadar paranın olduğu, banka

  izin de duymaktan kulaklarınız, görmekten gözleriniz, acıdan kalbiniz yorgun mu?     Hani bi makineyi uzun süre çalıştırdığınızda yorulur, ısınır, hararet yapar, dumanlar tüter ya bir yerlerinden… Kulaklarım, gözlerim, kalbim öyle yorgun… Otomatik Portakal diye bir kitap vardı, duymuşsunuzdur. Yazarı Anthony Burgess. Sonra Stanley

azı sözcükler, cümleler vardır. Okuduğunuzda ağırlığını hissedersiniz, kendi başına koca bir kitaptır. Çok nadir denk gelirsiniz ama denk geldiğinizde hemen anlarsınız. Benim de nadiren denk geldiğim o cümlelerden biri; çok sevdiğim, kalemini apayrı bir yere koyduğum Gazeteci-Yazar Ece Temelkuran’ın Muz

  ç seslerim kaygılı, korkulu güvensiz, gürültülü, karman çorman… İç seslerim bir savaşın ortasında, ne yapacakalarını bilmeden sağa sola koşturuyorlar. Ölümden kaçarken ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ölümün ortasında, ölümden kaçmaya çalışırken panikataklar geçiriyorlar. Her yanımız patlıyor, ölümden kaçarken ölüme gidiyoruz. Her yanımızı saran ölümden

  ç seslerim öfkeli biraz… İçinde küskünlüğün, kızgınlığın, yılgınlığın, tükenmişliğin bolca bulunduğu; hayretin, şaşkınlığın “bu kadar olmaz”ın serpiştirildiği bi öfke… Hani dudağını ısırırsın dişlerinle, öyle ısırırsın ki kanatırsın kendini, kendi dişlerinle… İçinde evler vardır yıkılır, içinde ormanlar vardır ağaçları devrilir bir bir, içinde

irkin Ördek Yavrusu'nun öyküsünü bilmeyen yoktur herhalde. Hani yumurtadan çıkar çıkmaz dışlanan, bulunduğu aileye-gruba benzemediği için “uygun” olmadığı zikredilen, sevimli bir ördek yavrusu değil de çirkin bir hindi yavrusu olduğu söylenerek ötekileştirilen, yalnızlığa itildiği için korunaksız hisseden, bi gölün yansımasında