“Medyanın önemli bir bölümü iktidarın denetimi altında”
Gelişmiş dünya ülkelerinde araştırmacı gazeteciliğin dijital devrimle birlikte dönüşümünden bahsedilirken birçok gelişmekte olan ülkede henüz bu alanın varlığından söz etmek bile tartışmalı bir konu. Türkiye’de ise araştırmacı gazetecilik, neresinden tutsak elimizde kalacak bir durumda.
Gazetecilerin “faili meçhul” cinayetlere kurban gittiği, hapishanelerde tutularak susturulmaya çalışıldığı, yaşamlarından kopmak mecburiyetiyle başka ülkelerde sürgün yaşadığı, kalanların ise “başıma bir iş gelir mi” endişesiyle mesleği icra etmeye çalıştığı, tüm bu sebeplerle sansür ve otosansürün gölgesinde gazetecilik faaliyetlerini yürütmeye çalıştığı bir ortamda yani basının özgür olmadığı bir ortamda, araştırmacı gazeteciliğin varlığından veya gelişiminden söz etmek ne kadar zorsa, konuşmak-tartışmak, masaya yatırmak da bir o kadar elzemdir.
Türkiye’deki araştırmacı gazeteciliği çevreleyen bu sorunları da göz önünde bulundurarak, konunun hem medya tarafından hem de akademi tarafından yeterince ele alınmadığını belirterek başlayalım.
Bu konu hakkında araştırma yazıları, makaleler, kitaplar yok denecek kadar az. Birçok iletişim fakültesinde veya üniversitelerin gazetecilik bölümlerinde “araştırmacı gazetecilik” diye bir ders yok, seçmeli ders olarak bile yok. Bu konularda seminerler düzenlenmiyor, konunun tartışılıp konuşulacağı organizasyonlar yeterince yapılmıyor.
Peki bu konuyu yeterince tartışmaya açamazsak, yeterince üzerine eğilemezsek gelişimden nasıl bahsedeceğiz?
Bu yazı bu soruya cevap bulabilme gayesiyle kaleme alındı. Ve konunun muhatapları; medya yöneticileri, gazeteciler ve akademisyenlerle konu her yönüyle tartışılmaya açıldı.
“Medyanın önemli bir bölümü iktidarın denetimi altında”
Türkiyede, araştırmacı gazeteciliğin gelişimini etkileyen faktörleri konuştuğumuz Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, iktidar-medya ilişkisine dikkat çekerek “Örneğin, önemli bir bürokratın gizli Offshore serüvenini haberleştirmeyi hedefliyorsanız, bu haber için dünyanın size çok uzak bir coğrafyasına gitmeniz de gerekebilir. Ve böyle bir haberin tüm ayaklarını yerlerine oturtabilmeniz belki 3-4 aylık bir zaman da gerektirebilir. Türkiye gibi bir ülkede bunun önünde her şeyden önce, iktidar mensubu bürokratları koruyan bir siyasal iklim ve yargı düzeni var.
İktidarın medya alanının önemli bir bölümünü denetim altına almış olması da zaten böyle bir haberin yapılabilmesini daha baştan engelliyor” diyor
Fatih Polat, ayrıca birçok medya kurumunun ekonomik yetersizlikler nedeniyle araştırmacı gazetecilik faaliyetlerine bütçe ayıramadıklarını belirterek şunları söylüyor:“Maddi imkanlar bazı durumlarda, araştırdığınız bir haberin tüm unsurlarına ulaşmak için kimi zaman başat rol oynayabiliyor.
Böyle bir haberi yayınlamayı hukuki bakımdan göze alabilecek, iktidar hegemonyasından bağımsız olarak gazetecilik yapan mecralarda, kendi gerçeklikleri nedeniyle bütçeler çok daha düşük. Düşük bir bütçeyle gazeteyi döndürmek durumunda olan bir yönetici, gerçekten istese bile güvendiği bir muhabirin yüksek maliyet gerektiren bir haberin peşine düşmesine onay veremiyor. Bu nedenle de bu tür haberleri, belirli bir fon desteğine sahip ve görece iktidar baskısından bağımsız coğrafyalarda faaliyet gösteren sınırlı sayıdaki habercilik platformları yapıyor.
Onun dışında uzunca bir süredir medya patronları habere yatırım yapmak konusunda muslukları fazlasıyla kısmış durumdalar. Ancak biliyoruz ki ‘araştırmacı gazeteciliğin’ Türkiye’deki tarihinde, deneyim, fikri takip, titiz bir çalışma ile örülmüş bir miras da var. Uğur Mumcu’yu bu açıdan önemli bir referans olarak anabiliriz”
Bianet Genel Yayın Yönetmeni Nazan Özcan da iktidarın medya üzerindeki baskısına işaret ederek konuyu şöyle yorumluyor:
“Neredeyse yüzde 95’i iktidar tarafından sıkı kontrol altında tutulan medyada fazlaca araştırmacı gazetecilik örneklerini görmemiz zaten hayal. Ama tabii ki geri kalan bir yüzde 5 var ki, aslında gazeteciler o alanda gerçek anlamda “araştırmacı gazetecilik” örneklerini zaten sunuyorlar. Yüzde 5 gibi küçük bir oran olması umutsuzluğa düşürmesin kimseyi. Çünkü aslında o küçücük yüzde 5’ten çıkan araştırmacı gazetecilik haberleri yüzde 95’in yaptığı gazetecilikten çok daha etkili oluyor. Daha fazla insana ulaşıyor. Ama dünya örneklerine bakınca ne yazık ki o kadar da ileride diyemeyiz. Ama elbette devran hep aynı kalmaz, umudu kaybetmemek gerek”
Dijital devrimle birlikte öne çıkan hız unsuru
Araştırmacı gazetecilik, bazı gazetecilere ve akademisyenlere göre geleneksel gazetecilikten ayrılıyor. Bazıları ise “her türlü gazetecilik faaliyeti araştırmayı gerektirir” düşüncesinden hareketle, araştırmacı gazeteciliği ayrı bir alan olarak görmüyorlar. Ben bu noktada araştırmacı gazetecilik faaliyetinin birçok yönüyle geleneksel gazetecilikten ayrıldığını düşünüyorum. Ayrılması da gerekli. Araştırmacı gazetecilik bir haberi, olayı, konuyu her yönüyle “derinlemesine ve uzun soluklu” araştırmayı gerektirir. Her gazeteci ürettiği her içerik için haftalarca araştırma yapamaz. Özellikle bir medya kurumuna bağlı olarak haber merkezinin günlük rutini içinde içerik üretmek, haber yapmak zorundaysa bu neredeyse hiç mümkün değil. Hem yazılı hem de görsel medyada bunu bizzat deneyimlemiş olduğum için söylüyorum. Haber merkezinin günlük, haftalık bir rutini vardır. Televizyon ya da görüntülü içerik sunan platformlarda her saat başı yetişmesi gereken bültenler olur. Yazılı basında ise, basıma gideceği saate yetişmesi gerekiyordur. İnternet platformları zaten tamamen hız unsuru üzerine inşa edilmiş durumda. Bu “yetiştirme” telaşesi içinde o gün için hazırladığınız haberin araştırma kısmına maksimum yarım saat ayırabiliyorsunuz hadi bir saat diyelim. Geri kalan sürede o haberi, yayıma hazır hale getirmekle uğraşırsınız. Kaldı ki birçok haber merkezinde (merkez medyayı dışında tutarak) ekonomik yetersizlikler nedeniyle küçük bir çalışma ekibiyle yürür haber merkezi. Dolayısıyla bir kişi hem birkaç işi birlikte yapmak zorundadır hem de aynı kişiden gün içinde tek haber değil, birkaç haber hazırlanması beklenir. Evet gazetecilik faaliyeti zaten araştırmayı gerektirir, bu görüşe katılırım ama hazırladığınız bir içerik için sadece yarım saat araştırma yapabilme gerçeğiyle beraber çalışmak zorundaysanız, bu içeriğin bir araştırmacı gazetecilik faaliyeti olduğunu söylemek bana eksik ve hatalı geliyor. Şöyle bir örnek vereyim, bir medya kurumuna bağlı çalışırken o kadar yoğun çalışıyorduk ki çoğu kez hazırlıksız röportaja veya bir habere koşmak zorunda kalıyordum, detayları yolda telefondan, internetten araştırmaya çalışıyordum. Ve bu olağandışı çalışma temposu da “gazeteci her olup bitene koşmalı, her şeyi bilmeli” bakış açısı da gazetecilerde ağır bir baskı oluşturuyor. Bu durum, araştırmacı gazeteciliğin önünde bir engel olduğu gibi bir alanda uzmanlaşmayı yani uzman gazeteciliği de yok etti. Bu baskıdan uzak çalışmanın tek yolu bağımsız gazetecilik oluyor. Serbest çalışıyorsanız, istediğiniz alanda uzmanlaşabilir, istediğiniz habere istediğiniz kadar zaman ayırabilirsiniz. Tabi burada da ülkemizde henüz gelişmemiş bir alan olduğu için “telif” sorunuyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yani içeriklerinize telif ödeyen mecralar bir elin beş parmağını geçmiyor. Çoğu zaman telif ücretleri de emeğinizi karşılamıyor.
Medya kurumlarındaki bu yetiştirme hali, telaşlı çalışma temposu, dijitalleşmeyle birlikte daha çok arttı. Dijital devrimle birlikte ortaya çıkan hızlı tüketim, beraberinde hızlı üretimi de zorunlu kılıyor. Ve ortaya çıkan bu hız unsuruyla araştırmacı gazetecilikteki bir haberi “derinlemesine inceleme ve araştırma” kavramı çakışıyor. Araştırmacı gazeteci, çalıştığı kurumun “hızlı üretim” beklentisi içinde ne kadar verimli çalışabilir?
Fatih Polat, medya kurumlarının çalışma pratikleri konusundaki bu sorununu şöyle cevaplıyor:
“Hız, dediğimiz şey, bizim mesleğimiz açısından aslında göreli bir kavramdır. Örneğin önemli basın toplantıları haberleri artık zaten online yayınlanıyor. Ya da herhangi bir rutin ama aynı zamanda güncel bir haber için, dijital haber mecraları, geç kalıp kuyruk toplayan bir konuma düşmemek için bir hız telaşı içine düşüyorlar. Böyle bir baskı kimi zaman haberin kalitesini de zayıflatıyor, Ancak, öyle bir haber vardır ki, hazırlanması günler alabilir. Orada hız sorunu belki, 3 günde hazırlanabilecek bir haberin bir haftaya sarkmaması bakımından konuşabiliriz. Ama habercilik deneyimi olan iyi bir yönetici 3 günden önce hazırlanamayacak bir haberi, dijitalleşme ve ona bağlı hızlı tüketim adına muhabirden bir günde isteyemez.
Bizim açımızdan haberciliğin özü olan araştırma, zaten mesleğin temelini oluşturuyor.
Deneyimli bir muhabir ya da editör, yaptığı günlük rutin işin yanında, yapmayı hedeflediği etraflı bir araştırmaya dayalı bir haber için zaman baskısı olmadan çalışabilir.
Ama maalesef, yöneticisinden muhabirine tüm ekip açısından günlük olarak yetiştirilmesi gereken işlerin baskısı, deneyimli bir muhabirin ya da editörün günlerce sadece tek bir haberle uğraşmasına imkan vermiyor”
Nazan Özcan, hızın araştırmacı gazeteciliğin olanaklarını zorladığını belirterek “Tabii ki dijital gazeteciliğin hızıyla çok bağdaşan bir habercilik çeşidi değil araştırmacı gazetecilik. Sürekli yenilenmeyi bekleyen haber sitelerindeki gazetecilerin bazen günlerce, bazen haftalarca ve hatta bazen gerekirse yıllarca sürecek (Mesela The Spotlight filmi) araştırmacı gazetecilik faaliyetlerini yapması çok olanaklı olmuyor, olamıyor. Bu durumda belki muhabir ve editör ayrıştırması yapmak gerekebilir. Mesela muhabir bir haberin peşinde günlerce, haftalarca, aylarca araştırma yapabilir, oldu dediğinde haberini ortaya çıkarabilir. Ama ne yazık ki Türkiye şartlarında tabii ki o arada başka haberler de çıkarmak zorunda. Araştırmacı gazeteciliğe belki bir ara vererek. Bir yandan araştırmasına devam edebilir, bir yandan da güncel ve gündem haberleri yapabilir. Editörler de en azından hızlı gündeme yetişirken en azından haberlerin doğruluğunu kontrol edebilmeli. İnternet bunun için bir olanak sağlıyor, haberin kaynağına ulaşabilirsiniz. Hala telefon edip haber kaynağına da sorular sorabilecek durumdayız. Bunlar önemli. Ama elbette bu araştırmacı gazetecilik sayılamaz.” diyor.
Artı Tv Ankara Temsilcisi Sibel Hürtaş ise dijitalleşmenin haberin hızlı tüketimine değil hızlı yayılmasına katkı sağladığına değiniyor:
“Dijital devrim, haberin hızlı tükenmesine neden olmaz. Ama hızlı ulaşmasına neden olur. Haber hızlı tüketilecek bir malzeme değildir. Etki alanı vardır ve bu alan güçlüdür. Dijital devrimin haberi hızlı yayması, pek çok kişiye ulaştırıyor olması da bizim için dezavantaj değil avantajdır. Haberin zamana karşı bir yarış olduğunu da düşünmüyorum. Editoryanın son dakika geçme yarışını, tık almak için garip başlıklar atmasını, sokakta olan biteni herhangi bir süzgeçten geçirmeden direk yayınlamasını, habere onu güçlü ve etkili kılacak unsurları katmadan hemen servis etme telaşına girmesi ve en önemlisi fikri takibi unutması gibi sorunların, dijital mecrada bizi boş bir tartışmaya sürüklediğini düşünüyorum. Dijital devrimi tersine çeviren, editoryanın bu anlamsız yarışıdır ancak gerçek gazetecilik bu yarışın dışındadır. Tabi ki sosyal medya uygulaması, araştırma yapmak için önümüze sunulan çok sayıda program, kaynakların daha ulaşılabilir olması ve sosyal medyanın da haber kaynaklarından biri olması önemli avantajlardır ve gazeteciler bunu geliştirebilir”
Watergate Skandalı
Hatırlarsınız, Washington Post muhabirleri Bob Woodward ve Carl Bernstein’in haberleriyle ortaya çıkan bu skandal, 1974 yılında ABD başkanı Richard Nixon’un istifasıyla sonuçlanmıştı.
Watergate skandalı, Cumhuriyetçi Parti’den başkan seçilen Richard Nixon’un, Demokrat Parti’nin telefonlarını gizlice dinletmek için rakip partinin merkez binasına mikrofonlar yerleştirtmeye çalışırken suçüstü yakalanmasını konu alıyordu. Amerika’nın ve dünyanın gündemini uzun yıllar meşgul eden bu konu birçok filme de konu oldu.
Yine bilinen birkaç örneği hatırlatmak gerekirse, Wikileaks, Panama Belgeleri, Paradise Papers ve Bahama belgeleri de araştırmacı gazetecilik alanında başarılı örnekler arasında sayılır. Ve bu araştırma dosyalarının çoğu, bünyesinde özel bir “araştırmacı gazetecilik” birimi bulunduran medya kurumlarının ortak çalışmalar yürüttüğü dosyalardır.
Türkiye medyasında araştırmacı gazetecilik adına özel birim yok. Dahası elini taşın altına koyan birkaç gazeteci dışında “araştırmacı gazeteci” olarak tanımlayabileceğimiz gazeteciler de yok.
Peki neden bu birimler yok ve Türkiye’deki medya kurumlarında da bu birimlerin açılması için ne yapılması gerekiyor?
Türkiye medyasında “araştırmacı gazetecilik” birimleri yok
Gazeteci Fatih Polat, Türkiye medyasında bu birimlerin oluşturulması ve araştırmacı gazeteciliğin gelişmesi için önce “basın özgürlüğü” alanın genişletilmesi gerektiğini söyleyerek gazetecilik faaliyetleri sebebiyle ağır bedeller ödeyen gazetecilerin olduğuna dikkat çekiyor:
“Bir elin parmağı kadar habercilik mecrasını saymazsanız, büyük sermaye yapıları ile desteklenen medya ortamlarında örneğin ‘iktidarın’ canını sıkabilecek bırakalım haberler yapmayı, soru sorabilecek türden gazetecilerin bile çok büyük bölümü işlerinden atılmış durumda. Alternatif habercilik mecralarının ise bütçelerinin sınırlı olması, kadro istihdamından haberciliğin finansmanına kadar bir dizi süreci daha baştan baskılıyor. Ama elbette bu, iyi gazetecilik, araştırmaya dayalı bir gazetecilik ancak ‘ana akımda yapılabilir’ gibi bir anlama gelmez.
Örneğin, 11 Ekim 1995 yılında Evrensel’de ‘İşte Kayıp’ başlıklı bir manşet ile, kayıp İhsan Dağlı’nın gözaltında çekilmiş fotoğrafını yayımlamıştık. 25 yıldır kendisinden haber alınamadı. Başka örneklerde verilebilir”
Polat, ayrıca Evrensel Gazetesi olarak yayımladıkları birçok haber sebebiyle çeşitli cezalar aldıklarını ve bu cezalara rağmen doğruluğuna emin oldukları haberleri yayımlamaktan vazgeçmeyeceklerini belirtiyor:
“Biz bir haberin doğruluğundan eminsek, onu yayımlarız. Kuşkusuz öncelikle o haberi ceza almayacak biçimde sunmak mümkün ise, buna uygun bir ön çalışma yaparız. Ancak öyle haberler var ki, yayınladığında kesin ceza alacağını bilirsiniz, o zaman bazen şu soruyu soruyoruz. Bu haber risk almayı gerekli kılacak kadar önemli bir haber midir? Eğer öyle ise yayınlarız. ‘Bu dönem bu manşeti atarsak, yüzde 90 kapatılırız’ dediğimiz ve atmaya karar verip kapatıldığımız da oldu. Ama halka doğruları aktarmayı esas alan bir gazetenin uzun soluklu olması da önemli. Yani sonuç olarak biz kamikaze de değiliz. Olabildiğince sürekliliğinin olmasını istediğimiz bir iş yapıyoruz”
Gazeteci Nazan Özcan ise, bu birimlerin eskiden var olduğuna dikkat çekerek, Bianet özelinde böyle bir birim olmadığı halde, muhabirlerin uzmanlaştıkları alanlarda imza attıkları araştırmacı gazetecilik örneklerden bahsediyor:
“Türkiye medyasında ne yazık ki öyle birimler yok. Eskiden, epeyce eskiden, ‘özel haberler’ ya da ‘araştırma haber’ veya ‘haber araştırma’ bölümleri olurdu. Ama ne yazık ki son yıllarda medyanın düzeni değiştikçe, o bölümler de gözden çıkarıldı. Onu da şöyle açıklayayım. Aslında gazetecilik pahalı bir iştir. Haber pahalıdır yani. Eskiden medya yapılanması bir muhabirin belki de 1 ay ya da iki ay boyunca özel araştırmacı gazetecilik dosya hazırlamasını, bazen o haberin çıkmaması pahasına bile olsa, bekleyebiliyordu. Bu normaldi. Fakat şimdi medyada ne bu kadar sabır ne de o parayı harcamaya heves ve istek var. Medya patronları artık haberin pahalı ve zaman alan bir uğraş olmamasını istiyor. Habere yatırım yapmıyor. Çünkü zaten medyanın bu durumunda yatırım yapmaya da gerek görmüyorlar. Bianet özelinde konuşursak, özel bir birimimiz yok. Ama onun yerine editörlerin ya da muhabirlerin uzmanlaştığı alanlar var. Kadın, çocuk, insan hakları, ifade özgürlüğü, ekoloji gibi… Dolayısıyla Bianet’in her editörü ve muhabiri zaten konusuna çok hakim, kaynaklarla ilişkileri çok sıkı. Ellerine gelen her türlü bilgiyi en iyi şekilde değerlendirip araştırmalarını en iyi şekilde yapabilecek donanıma sahipler. Mesela “1 Mayıs 77 Kayıplarının Yakınları Anlatıyor” diye bir projemiz var, orada 1 Mayıs 77’de öldürülenlerin üzerinden 40 yıldan fazla geçmiş olan insanların aileleri, yakınları, arkadaşları aranıyor, bulunuyor ve kayıpların hikayeleri ortaya çıkartılıyor. Bu da bir araştırmacı gazetecilik örneği”
Türkiye Basın Özgürlüğü Bilançosu
Medya yöneticileri Fatih Polat ve Nazan Özcan iktidarın medya üzerindeki baskısının araştırmacı gazeteciliğin gelişimi önünde en büyük engellerden biri olduğunu vurguluyorlar. Ve belirttikleri gibi medyanın önemli bir bölümü de iktidarın denetimi altında. Hem bu baskı hem de denetim altında olma hali, basın özgürlüğü çemberini gitgide daraltıyor.
Anayasımızın 28. Maddesi der ki “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır…”
Fakat yasa gereği, halkın haber alma özgürlüğünü sağlamakla yükümlü olan devletin gazetecileri hapishanelerde tutuklu. Yani, halkın haber alma hakkına sahip çıkan, halkın bilmesi gerekenleri ne pahasına olursa olsun halka ulaştırmaya çalışan gazetecileri hapishanelere mahkum edilerek, gazetecilik faaliyetleri engelleniyor.
Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 2019-2020 Basın Özgürlüğü Raporunda gazetecilere yönelik hak ihlalleri sıralanmış. Ve ortaya çıkan tablo durumunun vehametini ortaya koyuyor.
TGS’nin 1 Nisan 2019 -1 Nisan 2020 Basın Özgürlüğü Raporuna göre,
-86 gazeteci hala hapiste
-Son bir yılda 103 gazeteci 108 kez gözaltına alındı
-Gazeteciler en az 239 günü gözaltında geçirdi.
-Son bir yılda 28 gazeteci cezaevine girdi.
-Bu gazetecilerden 9’u hâlâ tahliye edilmedi.
-6 gazeteci, iddianame hazırlanmasını bekliyor.
-11 gazeteci gözaltındayken darp edildiğini beyan etti.
-2 gazeteci çıplak aramaya maruz kaldığını bildirdi.
-Son bir yılda gazetecilere en az 76 yeni soruşturma açıldı.
-Gazetecilerin sanık veya davalı olduğu en az 166 yargılama yapıldı.
Burada sadece birkaç maddesini eklediğim rapor; adli para cezaları, yayın durdurma cezaları, kaptılmalar ve diğer hak ihlalleriyle devam ediyor. Üstelik belirtilen rakamlar raporun yayımlandığı tarihten bu yana her geçen gün katlanarak büyüyor.
Raporun detaylarına bu linkten ulaşabilirsiniz.
https://tgs.org.tr/tgs-basin-ozgurlugu-raporu-2019-2020/
Sansür ve otosansürün gölgesinde araştırmacı gazetecilik
Raporda ayrıca, TGS’nin anketine katılan gazetecilerin yüzde 80,8’i sansüre uğradığını düşünüyor, yüzde 78,7’si otosansür uyguladığını belirtiyor.
Sansür ve otosansür sadece gazeteciler için değil, tüm medya içerik üreticileri için artık kaçınılmaz bir gerçek. Ve bu gerçekle mücadele genelde gazeteciliğe özelde ise araştırmacı gazeteciliğe kan kaybettiriyor. Konuştuğumuz hiç bir gazeteci, “ben sansüre ya da otosansüre maruz kalmadan özgürce haberimi yazıyorum ya da yayınımı yapıyorum” diyemiyor. Yani sansür ve otosansür artık mesleğin zorunlu bir parçası olarak kabul ediliyor.
Medyascope muhabiri Fırat Fıstık, Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin gelişememesinin en temel sebeplerinden birinin sansür ve otosansür olduğunu düşünüyor. Ve tüm gazetecilerin bu baskıyla gazetecilik faaliyetlerini yürüttüğünü belirtiyor. Bu alanı gerileten diğer etkenleri ise şöyle sıralıyor:
“Öncelikle ‘araştırmacı gazetecilik’ kavramına mesafeli olduğumu belirtmek istiyorum çünkü bana biraz, doğası gereği araştırmacı olması gereken gazetecilerin ekstra bir misyon biçme girişimi olarak geliyor. Ancak soruya gelirsek araştırmacı gazetecilik denilen mefhumun elbette gerilediğini düşünüyorum. Bunun en temel etkeni internet ve hız dayatması. Örneğin bir dosya veya daha uzun, geniş bir konuyu çalışan gazetecinin araştırmak için süre ayrılması gibi bir durum söz konusu değil. Bunun yanında her şeyin her yerde olduğu bir dönemde siz araştırarak haberin arkasını görmeye çalışan bir haber yazmaktansa, o haberi en hızlı girmek gibi yeni yükümlülükleriniz var. Yine tabii Türkiye gibi ülkelerdeki baskı koşulları da bunu etkileyen faktörlerden. Bütün bu değişim elbette bu şekilde araştırmacı gazeteciliği de geriye götürüyor”
Fırat Fıstık, dijital devrimle birlikte araştırmacı gazeteciliğin de dönüşüm geçirmesi gerektiğini belirterek insanların artık kısa haberler yerine uzun haber dosyalarını okumak isteyeceğini düşünüyor:
“İnsanların artık ‘ayrıntılar birazdan’ türü tek cümlelik haber olmayan içeriklerden sıkılacağını ve gerçekten bir kitap okurmuş gibi bir haber dosyasını okumak isteyebileceğini düşünüyorum. En azından bu alanda bir dönüşüm yaşanması ihtimal. Yani gazeteciler ilk gördükleri, duydukları olguyu haber sayarak hareket ediyorlar ama onu atlatmak, arkasına bakmak, araştırmak gibi bir kaygı duymuyorlar”
Gazeteci Sibel Hürtaş da araştırmacı gazetecilik kavramına mesafeli duran gazetecilerden. Hürtaş “Araştırmacı gazetecilik özel bir birim değildir, Gazeteci araştırmacıdır aynı zamanda ve çoğu insan gibi ben de gazeteci sıfatının önüne araştırmacı sıfatının da eklenmesini hep ilginç bulurum, iki kelime aynı anda tekrar ediliyormuş gibi geliyor” diyor
Sansür ve otosansüre ilişkin ise şunları söylüyor:
“Oto sansür gölgesinde bir araştırma yapabilmeniz mümkün değildir.Her neye hangi görüşe hizmet ediyor olursa olsun sansür ve oto sansür altında yazılmış bir metin haber değil, propaganda aletidir.Hangi görüş olursa olsun, neye göre sansür ya da otosansüre başvuruyor olursanız olun önümüze koyduğunuz metin evrensel gazetecilik standartlarına uymayan ve bizi sadece bir şeye ikna etmek için hazırlanmış bir metinden öteye geçmez.Oysa okuyucu soru sorar, soru sorarken sorularının aynı metin içinde yanıtlanmasını bekler, okuyucu ikna edilmeyi değil olayı tüm yönleriyle öğrenmeyi ve ona göre kendi fikrini ortaya koymayı amaçlar”
Toplumun nefes alma alanı
Odatv yazarı Yusuf Yavuz Türkiyede araştırmacı gazeteciliğin çok içi açıcı bir durumda olmadığını belirtmekle birlikte, baskı dönemlerinde halkın nefes alma alanı olarak ne derece gerekli olduğuna dikkat çekiyor:
Araştırmacı gazetecilik, baskı dönemlerinde toplumun daha çok ihtiyaç duyduğu bir nefes alma alanı. Ancak şu zaman diliminde bana göre çok da iç açıcı bir durumda olduğunu söylemek zor. Haberciliğin ve haber vermenin suç sayıldığı, akreditasyonun ve basın kartlarının belirli bir haber verme biçimine göre düzenlendiği bu dönemde en çok haberin kendisi zarar görüyor. Haberden çok belirli bir görüşü ya da projeyi duyuran, kamuoyu yapıcı bültenler dolaşımda. Bu nedenle artık bazı belediyelerin istihdam ettiği gazeteci sayısı o kentteki gazete ya da televizyonlarda çalışan muhabirlerin sayısından daha fazla olabiliyor. Bu tabloda araştırmacı gazeteciliğin önünün daha çok açık olduğunu söylemek zor.”
Yavuz, medya sahiplik yapılarının da araştırmacı gazetecilik önünde bir engel olduğunu düşünerek “Bir medya patronunun aynı zamanda maden ve enerji yatırımları inşaat şirketleri varsa, o medya patronundan ormanların ve dağların yok edilişinin arkasında yatan nedenleri kamuoyunun önüne koyacak bir araştırmaya izin vermesi beklenemez.” diyor
Akreditasyon ve basın kartları konusunun araştırmacı gazetecilik önünde büyük bir engele dönüştüğüne Artı Tv Ankara Temsilci Sibel Hürtaş da değiniyor:
“Türkiye’de 2008 yılında önce sadece Başbakanlığa yönelik olarak bir akreditasyon uygulaması getirildi. Buna göre sadece Başbakanlığın belirlediği gazetecilere Başbakanlık akreditasyon kartı verilecek ve bu gazeteciler Başbakanı izleyebilecekti. Gazeteciler ve gazeteci örgütleri bu uygulamaya dava açtı, mahkeme akreditasyon uygulamasını haksız buldu.Ancak son bulmak yerine giderek uygulama alanı genişledi. Şu an Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı, tüm bakanlıklar, tüm kurumlar, yüksek yargı kurumları ve hatta Adliyelerin bile kendilerine özgü bir akreditasyon uygulaması bulunmaktadır. Kurumlar kendilerine göre bir gazeteci tanıtım kartı çıkarıp, gazetecilere dağıtıyorlar. Bu akreditasyon kartının hangi kriterlere göre hangi gazetecilere dağıtılacağı kurallara bağlanmamaktadır. Bu da hem bir keyfiyet alanı sağlamaktadır, hem de araştırmacı gazetecilerin bu kurumlara girmesi, araştırma yapması, haber takibi yapmaları, rahatlıkla soru sormaları engellenmektedir.Diğer yandan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin uygulamaya geçmesinin ardından sarı basın kartı/turkuaz kartı da artık sadece Cumhurbaşkanlığı tarafından verilmektedir. Bu süre içinde çok sayıda gazetecinin kartı iptal edilmiştir. Akreditasyon zorunluluğu gazetecilerin hiçbir alanda, sokakta dahi haber takibi yapabilmesini zorlaştırmıştır.Bu kurumsal resmi alanlarda yaşanılan zorluklar.Fikirsel anlamda da gazetecilerin haberlerini yaparken, haber doğrulama sistemlerini hiç kullanmaması, haberin taraflarından görüş alma ilkesini yerine getirmemesi, fikri takip yapmaması da araştırmacı gazeteciliğin önündeki engellerden biridir. Burada editoryal bir zayıflama söz konusudur. Bu da araştırmacı gazeteciliğin önündeki en büyük engellerden biri haline gelmiştir”
“Demokrasiye en fazla katkı yapan gazetecilik türü”
Araştırmacı gazetecilik akademide de yeterince ele alınmıyor, tartışılmıyor, öğretilmiyor İletişim fakültelerinde veya üniversitelerin gazetecilikle ilgili bölümlerinde araştırmacı gazetecilikle ilgili dersler yok. Üniversitelerde konuyla ilgili seminerler-programlar düzenlenmiyor. Araştırma çalışmaları yapılmıyor. Konuyla ilgili sınırlı sayıda makale veya kitap var. Oysa ki üniversitelerin ilgili birim ve bölümleri, gazeteci olmak isteyen bireylerin, mesleğe dair en temel bilgileri edinebileceği kurumlar olduğu düşünülür.
Araştırmacı gazeteciliğin gelişimini etkileyen akademik faktörleri Anadolu Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Basın ve Yayın bölümü öğretim üyesi Dr. Çağdaş Ceyhan ile konuştuk.
Akademisyen Çağdaş Ceyhan araştırmacı gazeteciliğin en ayırt edici niteliğinin sorgulayan bir eylem biçimi olduğunu belirterek iktidarın gri alanlarında çalıştığı için de demokrasiye en fazla katkı yapan gazetecilik türü olduğunu düşünüyor.
Çağdaş Ceyhan, dijital devrimle birlikte çoğalan veri akışının ekip çalışmasını gerekli kıldığına vurgu yapıyor:
“Geleneksel gazeteciliğin de araştırmacı gazeteciliğin de anaakım mecralarda bir kriz içinde olduğunu söyleyebiliriz. Web 2.0 ile birlikte gazetecilik faaliyetleri daha yurttaş temelli olmaya başladı. Ancak özellikle araştırmacı gazetecilik verileri, sayılar üzerinden hareket ettiği ölçüde dünyada pek çok gazetecinin katılımıyla büyük haberlerin ortaya çıkardığını görüyoruz. Ortak projeler etrafında bir araya gelen gazeteciler ve planlı araştırmalarla özellikle kara para akışı ve organize suç üzerine şaşırtıcı derecede parlak dosyalar hazırlıyorlar”
Panama Belgeleri bu ortak çalışmaya verilebilecek en güzel örneklerden biridir. Panama merkezli hukuk firması Mossack Fonseca’ya ait gizli veriler medyaya sızdırılmıştı. 11.5 milyon sayfa ve 2.6 terabayt büyüklüğündeki bir veriden bahsediyoruz. Yani kayıtlara tarihin en büyük veri sızıntısı olarak geçmişti. Bu verilerde içinde liderlerin, politikacıların, sanatçıların da bulunduğu binlerce kişinin offshore hesapları vardı. Başta kara para aklama ve vergi kaçakçılığı olmak üzere birçok faklı yolsuzluk dosyaları bulunan bu belgeler ilk önce Almanya’dan Süddeutsche Zeitung (SZ) Gazetesine sızdırıldı. Gazetenin araştırma bölümü belgeleri, Uluslararası araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu ile paylaştı.
Birçok faklı ülkeden yüzlerce gazetecinin iş birliği ile deşifre edilen belgelere dair ilk haberler 3 Nisan 2016 tarihinde yayımlandı.
Akademisyen Ceyhan veri toplama konusundaki mevcut yöntemlere yeni yöntemlerin eklenmesi gerektiğini söyleyerek akademinin bu alandan uzaklaşmasını şöyle değerlendiriyor:
“Bu konu üzerine eskisi kadar eğilindiğini düşünmüyorum. Türkiye’nin politik iklimi akademinin gittikçe eleştirel gelenekten uzak kalışı, yine veri toplama konusundaki mevcut yöntemlere yeni yöntemlerin eklenmemesi, hukuki güvencenin olmaması bölümleri bu alandan uzak tutuyor.
Akademi , iletişim akademisyenleri uzunca bir süredir yeni medya üzerine eğiliyor. Ama bunu yaparken daha çok kimlikler, beğeniler üzerinde duruyor. Araştırmacı gazetecilik doğrudan iktidarın burada bahsettiğim iktidar bir oluş ve işleyiş biçimi kendisini karşısına alır. Burada bir tamamlayıcılık ilişkisi var nasıl ki Türkiye’de gazeteciler araştırmacı gazetecilikten uzaklaşıyorsa, akademi de eğitiminden uzaklaşıyor. Çünkü her iki yapı da mevcut güç ilişkileri içerisinde yapılanmış. Bağımsız ve eleştirel değil. Mevcut akademik paradigma tümüyle değişmeli. Bu yapısal bir sorun, tali bir sorun değil. Özgür düşünen insanlar yetiştirmeye başladığımızda ülkede hukuki ve demokratik asgari güvenceler olduğunda bu soruyu umarım tekrar sorarsınız”
(Bu haberin kısa hali 17.11.2020 tarihinde 24 Saat Gazetesi’nde yayımlandı)
http://media4democracy.org/news/medyanin-nemli-bir-blm-iktidarin-denetimi-altinda