“korkma” desin diye!
Bazı sözcükler, cümleler vardır. Okuduğunuzda ağırlığını hissedersiniz, kendi başına koca bir kitaptır. Çok nadir denk gelirsiniz ama denk geldiğinizde hemen anlarsınız. Benim de nadiren denk geldiğim o cümlelerden biri; çok sevdiğim, kalemini apayrı bir yere koyduğum Gazeteci-Yazar Ece Temelkuran’ın Muz Sesleri romanında geçiyor. Şöyle bir cümle:
“Sakın” dedi kendine, “korkma!” Bir hafta önceydi, anlamıştı. İnsan çok yalnızken, bir tane daha kendinden doğuruyordu içinde, “Korkma” desin diye…
Ece Temelkuran Muz Sesleri’ni Beyrut’ta yaşadığı dönemde yazıyor. Ve bu cümleyi gerçekten de çok korktuğu bir anda yazıyor. Bu kitabı okuyalı on yıl olmuştur herhalde, kitabın hikayesine dair birçok şeyi çoktan unuttum bile ama cümleyi hiç unutmadım. Ece, yazarken çok yalnızdı ve korkmuştu. Ben de okurken çok yalnızdım, korkmuştum ve o an bir tane daha kendimden doğurma fikri merhem gibi gelmişti. Anlatması, yazması oldukça güç bir hisle o an, bir tane daha kendimden doğurdum. Ama ben içimde tutmadım, aldım yanıma oturttum, yılgın gözlerine baktım “bundan sonra beraberiz!” dedim. Sonra elinden tutup kalan yolu beraber yürüdüm. Hala benimle…
Bugün bu cümleyi İÇ SES’e yazmamın bir nedeni var. Ben bu yazıyı yazarken “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” yaklaşıyor. Sanırım yazı sizlerle 25 Kasım ertesinde buluşacak. Demem o ki; aileye, topluma, eril sisteme, bu rezalet düzene karşı tek başına mücadele etmek zorunda kalan çok kadın tanıdım. Henüz tanımadığım ama orda bir yerde olduklarını bildiğim canım kadınlar!
Biliyorum şiddet söz konusu olduğunda, her gün ölümle yüz yüzeyken, canımız dişimizdeyken çok daha fazlasına ihtiyacımız var ama belki bir parça merhem olur niyetine…
Bizler “ev” diye sunulan cehennemleri yakıp yıkıp evler yaptık. Yollarımıza taşlar konuldu, dikenler örüldü başka yollar bulduk. Köprülerimiz yıkıldı daha sağlam köprüler kurduk. Kapılar kapandı tek tek belki de hepsi yeni kapılar çizdik. Karanlıklara hapsedildik ama biz o karanlıklara bile gökyüzü çizdik, yıldızlar serpiştirdik. Yol gösterecek anneler bulamadığımızda “anneler” yarattık; rehber olan, koruyan, kollayan… Çocuklar doğurduk ne çok… Neden bir tane de kendimizden doğurmayalım ki?
Herkes için her şey olduk, neden kendimiz için de olmayalım ki?
Etrafımızdaki herkes, bütün sesler “yapamazsın, beceremezsin” derken, neden ihtiyacımız olduğunda şefkatle elini omzumuza koyacak “korkma yaparsın” diyecek bir kendimiz doğurmayalım ki?
Cesaret verecek kimseler kalmadığında, neden taa içimizden, kendi mayamızdan cesareti yaratacak, alıp elimize verecek bir arkadaş yaratmayalım ki?
Hata yaptığımızda, tökezlediğimizde, düşüp kaldığımız yerden bizi kaldıracak şefkatli bir el yaratmayalım mı?
Yaratalım…
Üstelik ne zaman canımız çekerse bir tane daha kendimizden doğuralım…
Doğuralım ki, gücümüze güç katalım…
Gücümüzü hafife alanlara hadlerini bildirelim!
Bizi, bize ait olmayan kalıplara sığdırmaya çalıştıklarında hiç bir yere sığmayacağımızı gösterelim!
Hiçkimsenin başarısının arkasındaki gölge olmadığımızı, kendi başarı öykülerimizin baş kahramanları olduğumuzu gösterelim!
“Uyumsuz, uygunsuz” değil tam da olmak istediğimiz gibi olduğumuzu haykıralım!
İtirazlarımızı daha tok, daha yüksek sesle dile getirelim!
Etrafa saçılan tüm parçalarımızı bir araya toplayalım…
Görünmez prangalarımızdan kurtulalım…
Şarkılarımızı daha yüksek sesle söyleyelim, daha çoşkulu dans edelim…
Sanatta, edebiyatta, bilimde, siyasette işgal edilen yerlerimizi geri alalım!
“Kadının yeri…” diye işaret edilen “yerlerde” değil, nerede olmak istiyorsak orada olalım!
“Kadın mıdır kız mıdır belli değil” dediklerinde ne olduğumuzu onlara gösterelim!
“Küçüğün rızasıyla…” dediklerinde ne küçüğümüzün ne de büyüğümüzün bedenlerimize dokunmalarına rızamızın olmadığını yüksek sesle bağıralım!
Adımıza söz söyleme “hakkını” kendinde bulan bunca boş kalabalık içinde duymak bazen güçleşir ama iç sesimize kulak verelim, söylediklerini sadece duymayalım dinleyelim…
Ve ne kadar güzel seslenir Clarissa P. Estes bizlere, şu sözlerini hep hatırlayalım…
“Vahşi kadın size aittir. O tüm kadınlara aittir. Onu bulmak için kadınların iç güdüsel hayatlarına, en derin bilgelerine dönmeleri gereklidir. O halde yolumuza devam edelim ve kendimize vahşi ruhu tekrar hatırlatalım. Şarkılarla onu ete kemiğe büründürelim. Bize verilmiş olan sahte elbiseleri çıkarıp atalım. Güçlü iç güdünün ve bilginin gerçek elbisesini giyelim Bir zamanlar bize ait olan psişik topraklara yayılalım. Sargıları açalım, ilaçları hazır edelim. Şimdi uluyan, gülen, bizi çok ama çok sevenin şarkısını söyleyen vahşi kadınlara geri dönelim. Bizim için sorun basit: Biz olmadan Vahşi Kadın ölür, Vahşi Kadın olmadan da biz ölürüz. Para Vida, gerçek hayat için, her ikisi de yaşamalıdır…”
*****
Bu yazı 26.11.2022 tarihinde Bianet.org’da yayımlanmıştır??